Hep Gider İnsan (Berat ARSLAN)

Dur durak bilmeyen hayat döngüsünün içerisinde insanoğlu, hep gider bir yerlere. Bazen isteyerek bazen istemsiz. Hayat rüzgarı çoğu zaman planladıklarımızın dışına sürükler bizleri. Nereye gittiğimizi varınca anlarız çoğu kez. Gelmiş olduğumuz nokta da uyanır orasının neresi olduğunu çözmek zorunda kalırız.

Her ne kadar hayat rüzgarı insanı istediği yere sürüklemeye çalışsa da insan bu dirence inat hayaller kurmaya devam eder. Çünkü hayaller kurmak insanın yaşama tutunmasındaki en büyük etkenlerden biridir. Hatta bazı büyükler“Hayallerin ölürse sende ölürsün” görüşündedir. Ben de o yoruma katılıyorum. Her ne yaşta olursa olsun insan geleceğe dair hayalleri yok ise sadece ömür saatini dolduruyordur. Meslek hayali, evlilik hayali, çoluk çocuk hayali, ev araba hayali, bunların tamamı dünyevi de olsa insanın yaşam sevincinin dinamikleridir bence. Büyüdüğünde ne olacağının rüyasıyla başlayan bu hayal yolculukları yaşlandığında başka başka hayallere dönüşerek devam eder. Tabi buradaki kritik nokta ulaşılabilirlik noktasıdır. Kafanda kurduğun, geleceğe resmini çizdiğin düşlerin varılabilecek noktaların ne kadar uzağındadır? Kurduğun o hayaller senin için gerçekleştirilebilirliği bakımından ölçülerin ne kadar içerisindedir? Yoksa maalesef yıkımlar başlar. Olmayan, gerçekleşmeyen hayaller insanı çıkmaza götürüp yaşamını çekilmez hala sokar. Öyleyse hayallerimiz sınırlandırılabilir mi?

Elbette. Bu birazcık mümkün. Ama yaşın çocuk yaşta değilse. Çünkü çocuk dünyasında hayal gücünü sınırlandırmak pek mümkün olamaz. On yaşında ilerde futbolcu olma hayali kuran çocuğa iyi bir müzisyen olmasını düşünmesinin onun için daha faydalı olabilecek bir düş olduğunu anlatmak ne derece mümkün olur bilemiyorum. O çocuksu dimağ büyüğünün bu gerçekçi gördüğü yada yapabileceğini düşündüğü hayale ebeveyni gibi baka bilmesi çok kolay bir şey değildir.  Hepimiz bu hayat döngüsünün çarklarını çevirip bu günlere gelmiş zamanın sınırsız hayal kurucuları olarak bunları kabul etmemiz o an için imkansızdı. Bizlerde o yaşlarda kurduğumuz dünyalara müdahale edilmesinden rahatsızlık duyardık. Büyüklerimizin hayal bahçemize birden dalmaları kimseyi mutlu etmezdi. Hayallerimiz bizimdi, kimse karışamazdı. Ha şu an büyüklerimin beni yönlendirmeye çalıştıkları hayallere dönse miydim kararsızım. Belki de dediklerinin hayallerini çizmiş olsaydım hafızamda şu anki hayatım çok farklı olabilirdi. Nasip diyorum J

  Yazın memlekette dedemin ve ninemin mezarını ziyaret etmek üzere kabristana gittik. Büyük giriş kapısını geçip sağdaki çeşmenin yanından aşağı doğru yetmiş seksen adım atıp sola dönünce büyüklerimin mezarlarına varıyorsunuz. Dedem ve ninem yan yana yatıyorlar. Mezarların üzerlerinde büyümüş morlu, kırmızılı, yeşilli çiçekler ve çimenlerin altında öylece sessiz, sedasız, öylece huzurlu bir yatıştalar. Yan mezarlarında liseden müdür yardımcımız Ömer hocam, diğer tarafta başka köylerden defnedilmiş insanlarla beraber. Altında nelerin olup bittiğini bilmediğimiz, dışarıdan kimsenin ses duymadığı sonsuz sessizlikte hesap gününü bekleyiş.

  Mezarlıkta şehrin en büyük kabristanı olduğu için içerisinde şehitlerin defnolduğu ayrı bir yerde var. Bizim evlat mezarlara oldukça meraklı olduğundan bir de şehit kabirlerinin üzerlerindeki Türk bayrakları görünce heyecanlanıp orayı da ziyaret etmek için çok ısrar etti. Annesiyle kabul edip şehitliğe yöneldik. Önümüzde ufaklık arkasında biz şehit kabirlerini tek tek geziyor, hepsinin başında dualar okuyorduk. Sonra oğlan ortadaki çam ağacının yanındaki mezara yöneldi. Çocuk mezarın başına doğru yaklaştıkça içerisindekinin liseden arkadaşım Bahadır olduğunu bildiğim için içim daha da burkuluyordu. Oğlum içimdeki fırtınalardan habersiz heyecanla koşup Bahadır’ın kabri başına geldi. Mezarın üzerinde resme bakıp “ aaa, baba bak sana benziyor” dedi. Gerçekten rahmetli Bahadır bana benzerdi. Hatta öyle ki biz aynı gün doğmuşuz. Annem hep öyle anlatırdı. “ Ayten hanımda senin gibi esmer bir çocuk dünyaya getirmiş” derdi. Bir anda tüm bunlar kafamda dönmeye başlamıştı ki arkamı bir döndüm Bahadır’ın mezarının tam karşısındaki oturakta Ayten teyze oturuyordu. Bahadır’ın hüzünlü, masum annesi. Oğlunu defnettiği günden beri neşeli konuştuğunu gören kimse olmamıştı. O gün tüm neşesini, sevincini Bahadırla toprağa gömmüştü sanki.

 Yıllarca görmemiş olsam da babamın okulda beraber çalıştığı, öğretmen arkadaşı Ayten öğretmeni tanımıştım. Hemen yanına gittim.

– Ayten teyze beni tanıdın mı? Ben Osman’ın oğluyum dedim hüzünle.

Ayten teyze atmış yaşını geçmişti. Beni tanımasının biraz zaman alması doğaldı.  Ama babamı tanıdığı için beni hatırlaması da pek uzun sürmedi.

-Tanıdım oğlum dedi. “ Osman’ın büyük oğlusun”. Sonra sustu. Derin bir sessizlik. Mezarlıkların olağan sessizliğine Ayten teyzenin sessizliği de eşlik ediyordu.

Zar zor ayaküstü yapılan sohbetten sonra Ayten teyze içime oturan o son cümleyi kurdu:

– Ben de Bahadır’la sohbet etmeye geldim.

Aman Yarabbi! Bahadır şehit olalı o zaman 12 sene olmuştu. Şu an önümdeki kabrin içerisinde huzurla yatıyordu. Biz ona ne söylesek bizi duysa bile cevap veremezdi. Bizde onu duyamazdık. Görünür iletişim kurmak imkansızdı. Peki ya Ayten teyze bunu nasıl yapabiliyordu? On iki yıl evvel defnettiği oğluyla dünya iletişimiyle görüşmesi mümkün müydü? Ana yüreği, anne kalbi anne özlemi işte. Tüm engelleri kaldırıyor, tüm duvarları yıkıyordu. Onların sımsıcak, samimi gönülleri evlatlarına her nerede olurlarsa olsunlar ulaşabiliyordu. Çünkü anneler isterlerse her şeyi başarabiliyorlardı. İşte sana hayal gücünün veya görünmezliğin ulaştığı son nokta diye düşünüyordum. Bir annenin büyük başarısı.

Daha sonra tüm samimiyetim ve onunda evladıyım olduğunu göstermeye gayretiyle:

– Allah mekanını cennet eylesin, sizlere uzun ömürler versin inşallah diyebildi. Tabi Ayten teyze duamın sonuna çok içten “Amin” diyemedi. Ben onu anlayamazdım. Sadece hissetmeye çalıştım ne kadar olabilirse.

  Ayten teyzenin ellerinden öpüp Bahadır’ı orada bırakıp arkamı döndüğümde düşündüğüm tek şey vardı “ anı yaşamak”.

  Yazıma başlarken çocukların hayallerinden bahsetmiştim ya işte çocuk Bahadır küçükken asker olup, bilmediği bir yerde şehit olmayı hayal etmemiş olamazdı. Ama onun hayatı önüne geçilemeyen selin etkisi gibi önüne gelenleri yıkıp yaşam sonunu erken yaşta ebedi hayata götürmüştü.  Mekanı cennet olsun.

Hayallerimizin çocuk kalması niyetiyle…

Berat ARSLAN

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir